HENÜZ ERKEN

İnsan geç kaldıkları ve becerip de hiç kavuşamadıklarıyla yaşanamayanlara pişmandır. Kavuştu zannedip yitirdikleri ve vaktinde kıymetini bilemedikleri içinse pişmanlığına eşlik eden sonsuz bir acıyla yüreği kavrulmaktadır.


 

Kalemini bıraktı, kitapçığın katladığı yerini düzeltti ve içine optik formu yerleştirdi. Başını kaldırıp saate baktı, ilk an odaklanmakta zorlandı. Sınavdan çıkabilmesi için önünde geçmesi gereken 20 koca dakika vardı. İçinden “eyvah!” dedi. Bu kadar uzun süre sessiz sedasız ve zihninin hakimiyetinde vakit geçirmesi kabus gibiydi. Ne yapacağını bilemez halde ve gözleri hala saatte bir an nefessiz kalmış gibi hissetti. Kendine şimdi biraz derin ama sakin” dedi. Şimdi biraz derin ama sakin…


Saatin akrep ve yelkovanı siyah yapılmıştı. Bu kovalamacanın en hızlı ve farklı olanı ise aralarında koşup duran kırmızı çubuktu. Ona ne denildiğini bilmiyordu. Bu zamana kadar hiç aklına gelmemişti, merak etmemiş hatta belki de önemsememişti demek. Saatte yaşıyor olsam ben o olurdum diye geçirdi içinden. En çok koşan, durmadan koşan ama aslında etkisi pek de fark edilmeyen. Adı bile bilinmeyen. Kimsenin dikkatini veya merak duygusunu harekete geçiremeyen. Üstelik olduğu yerde de aykırı kalan. 


Saatle bakışmalarının tam olarak ne kadar sürdüğünü saate bakıyor olmasına rağmen fark edememişti. Sınav gözetmeninin üzerindeki bakışını hissedince bir anda irkilip başını öne eğdi. Sıranın üzerine şekiller çizilmiş, karalanmış, birkaç yerine yazılar yazılmıştı. İsimler de vardı. Muhtemelen bu dönem sıranın emanetçisi bu arkadaş diye geçirdi içinden. Kendi gençliğini anımsadı, sırasına hiç yazı yazmamıştı. Daima örnek öğrenci olmanın belli gereklilikleri olduğu muhakkak, bu da onlardan biriydi. Yalnız saygılı ve çalışkan olmak yetmezdi, kurallara uyan ve örnek davranışlarda bulunan bir öğrenci olmak da gerekti.


Sıradaki yazılardan birinin kriptosunu çözmek üzereydi ki “tırs” diye bir ses konsantrasyonunu tümden ortadan kaldırdı. Diğer gözetmenin giydiği ayakkabının salonun sonuna kadar gittiğini ve artık ters yöne dönmekte olduğunu anlatan o sinir bozucu ses. Dikkati oldu olası böyle kolay dağılıyordu. Bahar dallarındaki çiçeklerin rüzgarda uçuş uçuş etrafa yayılması gibi. Bahar diye geçirince içinden bir ses “kaçıncı bahar geçti ömürden yaşayamadan/terk edip gittin elde bir umut bile bırakmadan” dedi sanki. Nerede okumuştu onu bile hatırlamıyordu ama o an ne hissettiğini hatırlıyordu. İnsan böyleydi, bazen nedenini unutuyordu da hissettiği duyguyu unutamıyordu. Gözü saate doğru kayarken unuttuklarını düşündü. Unutmak zorunda kaldıklarını. Belki zorlayınca unutabiliyordu insan bu doğru dedi kendi kendine ama unuttuğunu unutturabilecek bir şey yok şu dünyada.


Bu kadar zaman düşünmüştü, sesler, dağılmış dikkat, hissedilmiş bunca şey… Hepsi hepsi beş dakika mı olmuştu yani? Ömrü geçerken neden böyle ağır değildi zaman? Kaç yaşına gelmiş hala bitmek bilmeyen sınav girişlerine devam ediyordu. Hepsi ayrı ayrı çalıyordu ömründen. Öyle az buz da değil, koca koca parçalar alıyorlardı. Yıllar koşmuş, boyu uzamış, saçı ağarmaya başlamış, beli bile bükülmüştü ama sınavlardan azat olmayı başaramamıştı. Zaten genel olarak bu hayatta pek bir şeyi başaramamıştı. Artık zoraki yaşıyordu üstelik. İnsan mecburen nefes alır, yemek yer, uyur mu? Durumu tam da böyleydi. Mecburen hayattaydı, ölmeyi de başaramadığı için…


Çok uzun zamandır kendisine kendisiyle böyle uzun bir sohbet imkanı tanımamıştı. Başına bunların geleceğini, eski defterlerin açılacağını biliyordu çünkü. Daha sırtına saplanan bıçaklara sıra gelmemişti üstelik. Tutulmamış sözlere, öylece ortasında bırakıldığı yollara, yarasını gösterdiği insanların aynı yerden ama daha derin, daha acıtan yaralar açısına, döktüğü gözyaşlarına sıra gelmemişti. Tıpkı kendisine hiç sıra gelmediği gibi. Hep adına sevgi deyip başkalarını kendinden öne koyduğu gibi. Onlar için fedakarlık yapıp, zaman harcayıp, emek verip kendine sıra geleceğinde bomboş kalan elleri, tükenmiş ruh hali ve taşımakta zorluk çektiği o büyük yorgunluğu düşündü…


İnsan yalnızdı. Annesinin onu her yere bedeninde götürdüğü zaman bile görünmez bir yalnızlığı vardı. Anlatımı zor bir çaresizliği. Sonra yaşarken yalnızdı. Sınavlarda yalnızdı. Aynı şimdi olduğu gibi. Yaşlanırken de yalnızdı. Ölürken de. Sonrasını Allah bilir dedi içsesi. Bir an saate çok uzun baktığını fark etti. Birileri diye ekledi cümlelerine, birileri yalnız değil. Onlar yolları yalnız yürümüyor, geç kalmadı onlar, onlar benim gibi değil.


Derin bir nefesle iç çekeceği an “pat” diye bir ses çıktı. Refleksle sola doğru döndü. Bütün salon aynı anda oraya bakmıştı. Çapraz sıradaki kız su şişesini düşürmüştü. En fazla yarım litre su alabilen, ince plastik, saçma sapan bir şişe nasıl böyle bomba gibi ses çıkarabilir diye düşündü. O anda şişesi düşen kızın  ön tarafına denk gelecek yerde ona dönüp bakmayan biri olduğunu fark etti. Bu kadar insan dönüp bakmışken o neden bakmıyordu anlayamadı. İşin tuhafı kendi elindeki suyu bitmiş şişeyle o kadar ciddi ilgileniyordu ki, insanın bir şeye böylesine odaklanmasının mümkün olması hayret vericiydi.


Salon gözetmeni yere düşen şişeyi yakalayıp sahibinin sırasına koyduğunda bu bir manada herkes işine dönsün, yeter artık baktığınız demek olacak ki bir anda kurşun kalem ve kağıt savaşının sessiz çığlığı yükselmeye devam etti. Bir kişi hariç. O hala boş su şişesinin içine tek gözle bakmış şekilde, hafif hareketlerle şişeyi çevirmeye devam ediyordu. Bu dünyada olduğuna emin miyiz diye geçirdi içinden, böyle bir dikkat gerçek olabilir mi? 


Birinin optik formu karalama sesi kulağına çalındı. Kendi formuna baktı. Hepsi nizami doldurulmuştu. Hayatının büyük kısmını da bu seçenekler gibi karalamıştı, binbir emek ve zahmetle. Bazı insanlar diye geçirdi içinden, belki de doğrulardı ama ya taşırdık ya da silik karaladık diye geçersiz sayıldı cevabımız. Bir an durdu. Doğru olan insan doğru zaman, doğru yer ve doğru koşullara gerek duyan mıydı, bunların hepsini olağanca doğru hale getirmeye çabalayan mıydı? Gözleri doldu. Belki de doğru insan diye bir şey yoktu. Hiç değilse onun için…


Başını gözlerindeki nemden kurtulmak için tavana kaldırdığını ve bunun sınav kurallarını ihlal ediyor olma ihtimalini saatin kırmızı çubuğu bir hamle yapana dek fark etmiş ve hemen eski pozisyonuna dönmüştü. Yine saate takıldı gözü, hala özgür değildi. Hiç olmamıştı hoş ama bu defa, belki ilk defa bu kadar zordu beklemek. Birden rüzgar sağ tarafındaki pencereden esip masadaki sayfaları hareketlendirdi. Belki de bu az kaldı, sabret demekti. Sayfaların üzerine elini hafifçe dokundurdu. Rüzgarın dikkatini çektiği tek kişi olmadığını fark etti. Şişesinin dibini izlerken dünya yansa duymayıp rüzgara tepki vermek garip gelmişti. İçinde anlam veremediği bir merak hissetti. 


Sınav gözetmeni bu defa da “tak” diye pencereyi kapattı, ardından da “hıh” diye bir nefes sesi verdi. Sanki çıkın gidin, yettiniz artık der gibiydi. Neden bu kadar sert tepki verdi diye düşünmeye başlıyordu ki “sınav bitti” uyarısı geldi. Nihayet kurtuluyordu…


Sıradan kalkarken açtığı kalemin çöplerini de eline aldı. Salonun çıkışındaki çöp kovasına atarken biri omzuna çarpınca elindeki kalem de kovaya düştü. Çarpan kişi özür bile demeden hızlı adımlarla, insanları yara yara ilerlemeye devam ediyordu. O da bir yandan ilerliyor ama bir yandan da gözüyle ona çarpanı takip etmekten kendini alamıyordu. Tam merdivenlerin başladığı yere doğru birine daha çarptı ama bu defa bayağı şiddetli olmuştu çarpışı. Duvara doğru yaslandığını fark etti şimdiki kurbanın. Kimsenin yardım edeceği yoktu anlaşılan, biraz hızlandı “iyi misiniz?” dedi sakince. Cevap gelmedi. Rüzgar kadar kıymetim yok herhalde diye geçirdi içinden. Tekrar sordu “iyi misiniz?”. Sessizlik büyüyordu…


O arada sol elini duvardan çekmiş, yeniden dik pozisyona gelmiş, şimdi sağ eliyle kulağının arkasında bir şeyleri düzeltir gibiydi muhatabı. Elini indirdi “unutmuşum” diyerek gülümsedi. Sınav salonunda baştan aşağı yeşil giyindiği için ağaca benziyor diye düşünmüştü ama şimdi bahar mevsiminde bir ağaca benzediğine kanaat getirmişti. Elindeki şişeye gözü takıldı. Neden boş bir şişeyi de yanında taşıyordu hala? Bakışları fark edilmiş olacak ki dikkatle bakınca dibinde çiçek benzeri bir şekil olduğunu görüyor insan diye bir açıklamayla karşılık aldı. İnsan boş bir şişede çiçek görebilir miydi gerçekten? Hayretini gizleyemiyor olduğuna emindi ama elinden bir şey gelmiyordu. Kırmızı çubuğun hareket ettiğine dair derin bir şüphe içindeydi şimdi...


Hiç bu kadar yetişebilmiş hissetmemişti. Geç kalmamıştı bu defa, biliyordu, hatta belki dedi, devam edemedi. Kendine, zihnine bir fren yaptırdı “henüz erken” diye ekledi. Sonra nefes aldı yeniden, muhatabına mukabil bir tebessüm vardı yüzünde. Hayat dedi içinden, belki de yaşamaya değerdir, en azından bazen…

Yorumlar

Popüler Yayınlar