HÜZNE TESLİM
"En çok da sığındığımız o limandan kovulmak, bir fırtınalı gecede açık denize öylece, bir başına bırakılmak gitmemiş miydi ağrımıza?"
Yenileceğimi zannederek girdiğim o savaştan ağır yaralı ama resmen kaybetmemiş, vazgeçerek ayrılıyorum. Yolun hangi şeridinden gittiği belli olmayan acemi bir şoför gibi çizgilerle aram açık, ayakta değil hayatta durmakta güçlük çekerek. O kadar uzun zamandır ağzımda duruyor ki tam olarak acının tadı nasıldı unutmuş halde, sadece o buruk, iğrenti verici mayhoşlukla dolu nefesim tıkanıyor, yutkunuyorum. Bir daha takılıyor dünya boğazıma ama belki bir sonrakinde...
Dünyaya dair yüksek beklentili yıllarımın tam olarak neresinde insanlar konuya dahil oldu hatırlamıyorum. Belki bir gün, belki bir ay, belki bir an beni bu beklentiye dahil ama hayattan hariç kıldı. Zaman elindeki tüm dikenleri gövdeme sanki yaratılış itibariyle mevcutmuş gibi yerleştirdikçe kendimden başka, çekilmez, sevilmez, çirkin birine dönüştüm. Gün geldi ellerime bile yabancılaştım. İnsan ellerine yabancılaşır mı? Tüm sevgilere onlarla dokunduğu ellerine...
Göz kapaklarımın halteri bırakması yakın zamanda oldu. Onlar bile beni, görmem gerekenleri, dünyayı ve geçmişi taşıyamıyor. Elimde yalnız uyku kaldı. Yegane dostum, özlemim, biriciğim... Bir daha ayrılmamak üzere kavuşacağımız güne dair büyüyen bu hasret içimdeki tek canlı duygu olabilir. Emin değilim, hiçbir şeyden olmadığım gibi artık bundan da emin değilim. Yitirdim...
İnsan ilk kayba kadar kazanamamak dünyanın sonu zannediyor. Oysa kaybetmek, sende, senin olanı yitirmek kalbin zindanında sonu gelmeyecek müebbet. Bilmeyene biter gibi gelir ya sonsuz, bilmeyene oyun gibi hayat. İşte tam da öyle. Kimden neyi kaçırıyor, sahibinden nasıl bir şeyi sakınmaya cesaret ediyoruz aklım almıyor. Bir ihtimal almış olsa, o gün almadığını anlamış olsa dahi zihnim, bugün belki...
Her gün yürüdüğü yolun kıymetini insan ancak yolunu kaybedince anlıyor. Hayatın aynı ritimle ilerleyen tınısının can sıkıcı değil ilahi bir nimet olduğunu, aynılığın, gündelik telaşın benzerliğinin güzelliğini ve onun verdiği görünmez saadetin büyüklüğünü onu yeniden elde etmesi imkansız olunca idrak ediyor. İnsanın en büyük geç kalmışlığı kaybettiğine dairdir, bu kadar zamanda bir şey öğrendiysem bu dünyadan o da bu olsa gerek. Henüz yaşanmamış olana insan nasıl geç kalabilir?
Bu kar tanelerinin her biri aynı gökten yağıp aynı yere düşerken bile ne kadar ayrı, ne kadar benzersiz. Tıpkı bizim gibi. İnsanlar onların benzersizliğini görüp nasıl kendilerininkine kör olabiliyor? Neden herkes aynılığın peşinde kendi biricikliğini ziyan ediyor bilmiyorum. Hatta ben tam olarak neyin peşinde ziyan olduğumu dahi bilmiyorum. Bildiğim tek şey eski bana dair özlem duyduğum...
Hayatımın vekaletini verebileceğim biri olsa bir süre benim yerime yaşama işini o sürdürse ne kadar güzel olurdu değil mi? Ayaklarım yana yana kumsalda yürüsem, bir kayanın tepesine tüneyip alemi izlesem, bulutları olur olmaz şeylere benzetsem ama hissetmesem, bir süre hiç kaygı hissetmesem. Suçluluk değil umut kaplasa gönlümü ve göç yolunda tatlı bir tebessümle ilerlesem. Olmaz mıydı sahi?
Şimdi kar tanelerinin ıslatıp hepsini birbirine kavuşturduğu bu harfler bir zamanlar neşemin ismiydi, dünyamın rengi, hayatımın manası ve gözümün feriydi. Şimdi her şey gibi ondan geriye de buruşmuş, darmaduman olmuş, anlamsız bir parça kaldı. Peki, peki ya benden geri? Benden geri ne kalacak-şayet kalacaksa?
Her ne kadar birbirinden kopuk gibi olsa da iç halin darmadumanlığının güzel bir tarifi olmuş. Dilin sakinliği ve sadeliği de keyifli bir okuma sağlıyor. Kaleminize sağlık
YanıtlaSilAlpagu
Merhabaa,
YanıtlaSilİnsan yalnizliklastikca elbette kendine bile yabancı biri oluyir ve hiç tanımadığı bir insana dönüşüyor. Kaleminize sağlık
Evet
YanıtlaSil