YANILDIĞIMIZ EMANETLER
İnsan ruhunu kendine emanet bir bedende taşırken ne de kolay onu kendine ait zannediyor. Aslında kısa süreliğine bir yolda birlikte yürüyormuş gibi değil de sanki sonsuza kadar olduğu bu halde kalacakmış gibi. Oysa ne insan olduğu hali muhafaza edebilecek güçte ne de bedeni sonsuza onunla yürüyebilecek ömürde.
Sahiplenmek ve gözetmeye çalışmakla kendine ait sanmak arasında ince fakat çok mühim bir sınır var. Ve çoğu zaman hayatın karmaşası, hızı bizi bu sınırı gözden kaçırmaya veya kaosa kapılıp ihlal etmeye sürüklüyor.
Peki bu yanılgıyı sadece bedenimiz için mi yaşıyoruz? Elbette hayır. Maddi-manevi hayatımıza bir şekilde dokunan her şeyle bunu tecrübe etmemiz mümkün. Oysa bu bakış açısının hem Allah’ın hoşuna gitmeyecek hem de bizi ciddi imtihanlara sürükleyecek olduğuna dikkat edemiyoruz. İnsan “ben” dedikçe, “benim” dedikçe nasıl kaybettiğini gördüğünde değil bu kayıpları, zor imtihanları yaşamadan fark edebilirse ne kıymetli.
Ebu Abdurrahman Sülemi Ruhun Hastalıkları ve Çareleri kitabında insanın farkında olduğu-olmadığı çok fazla hatayı tespit ediyor ve çaresini paylaşıyor. Hatalarını Görememe başlığında ise tövbenin en önemli özelliklerinden birine dikkat çekiyor. Yapılan hatadan hızla uzaklaşmak ve hemen tövbe etmek. Bu tövbenin aynı zamanda nefsin o davranış için alışkanlık kazanmasına mani olması adına da önemini belirtiyor.
Tövbe edebilmek, evvela hatayı-yanlışı fark edip ondan hızla vazgeçmeye ve pişman olmaya bağlı madem bizim evvela yaptıklarımızın manasını idrak edebilmemiz gerek. Başlangıçta söylediğimiz emaneti kendine ait zannetmek de, ben diyerek kibirlenmek de büyük hatalardan. Ancak öyle güzel kamufle olan, öyle sessiz ve yavaş zehirleyen sinsilikte ki ikisi de, bir defa idrak etsek dahi her an dikkatli ve tetikte olmamız gerek onlara karşı.
Bugün yaşam koşulları sürekli başarıyı, göz önünde olmayı, güzelliği, tabiri caizse asla kul olmakla bağdaşmayan mükemmellik kavramını zihinlerimize ince ince işliyor. Oysa bu durum bizleri bahsi geçen mükemmellikten uzaklaştırmaktan, ahvalimizi bozmaktan başka işe yaramıyor. Kendini mükemmel zanneden ve bu zanla hayatına devam eden kişi ancak hatasını, günahını görmekten ve bunlardan hızla dönmekten geri kalıyor.
Kaybetmek korkusuyla yaşadıklarımızın aslında bize ait olmadığını, yalnız Allah tarafından bize gönderilmiş nimetler ve emanetler olduğunu anlamız gerekli. Bize verilen emanetlere gözümüz gibi bakmamız, nimetlerin şükrünü eksik etmememiz durumunda imtihanlarımızın kolaylaşacağına dair umudumuz da güçlenecek, çağımızın en büyük sorunlarından olan iç-ruh sıkıntısından inşallah daha az muzdarip olacağız.
Bahsi geçen bu düşünce yapısına ulaşmak, kendine dışarıdan bir göz olarak bakmak ve bunu daima sürdürerek yaşamak elbette çok zor. Bu noktada da devreye benzerimizle vakit geçirme öğüdü giriyor. Sülemi kişinin nefsini iyi bilmesi ve hilelerini tanıması gerektiğini söyleyip “takva sahibi kişilerle oturup kalkmalı ve onların öğütlerini tutumalıdır” diye ekliyor. Bunu bir çeşit kontrol mekanizması gibi değerlendirirsek ne kadar haklı ve faydalı olduğunu anlamamız kolaylaşacaktır.
Ne güzel demişti Murat Menteş “Allah’ım bizler senin falsolu kullarınız, n’olur bizden razı ol”..
Yorumlar
Yorum Gönder