KIYIYA VURAN

  "Kendini kandırdığını zannettiğinde aklına yalanlar söyler insan, kalbinin tüm hakikati sözsüz sedasız bilebildiğinden habersiz."

 Uzun bir yola çıktı, en çok ihtiyacı olan şeydi şimdilerde. Unutmak gerekirdi yeniden başlayabilmek için, arınmak. Arınmak için akış halinde olmak en önemli unsurdu. Su gibi diyordu içinden, su gibi düşün diye telkin ediyordu kendini. Ne kadar durur, durgun olursa o kadar çok bulanır, bulanan su yorulur, yükü ve tortusu ağırlaşır. Geçmişi sırtında taşıyan insan da böyledir. "Kalbinde olmaması gerekeni sırtına kambur etme" dedi kendine içinden. İçinden geçen cümlelerin hepsi aklında ses veriyordu, halbuki bir de kalbi vardı. Bir kalbi, uzun süre evvel yerini unuttuğu..

 Sen ne çok yoruldun sevgili martı. Ne çok denedin o pencerenin açılması için, sabırla, günlerce, soğukta-yağmurda-ayazda, vazgeçmeden ne çok direndin. İnsan hep böyledir ama bilmediğin şey bu. Hani bir hikaye vardır. Bir mevsimlik misafirliği çok gördüğünün ardından bir ömür pişmanlık duyan adamın hikayesi. Oh olmuş ama ona değil mi sevgili martı? O zavallı göçmen kuşla ne çok insan paylaşıyor aynı kaderi bilmiyorsun. İnsan ömrü de bir mevsimdir esasen. Ömür göz açıp kapayana dek süren bir rüyadır, kısacık. Özlemek için çok uzun, birini kırmak için çok kısa, pişmanlık için çok uzun, sevmek için çok kısa..

 Hayatı boyunca hiç bu kadar başarılı olmamıştı, hiçbir konuda bu kadar büyük bir başarısı yoktu. Kariyerini kaçmak üzerine inşa etmişti denilebilirdi. Akış halindeydi yani, onun deyimiyle hareketin şifasına sığınıyordu. Oysa geride bıraktığı olan insan son sürat koşuyorken de topaldır. Geçmişin görünmez bağları vardır, geride bırakılanın, yarım kalanın gözle görülmeyen bağları. Boynuna bakıp yok zanneder insan, henüz sağ diye halledeceğine inanadırır kendini, oysa gönlünde gün geçtikçe körleşen bir düğümle kendine yer edinmektedir o bağlar. Tek tek, sapasağlam ama kör..

 Denize küskün bir yosunla karşılaşmıştın, hatırlıyor musun? Nasıl olabilir böyle bir şey diye hayretlendiğinde pencere önünde kırılan kalbin gelmişti aklına. "Gönül en çok onu kaplayana kırılır, bir tek ondan aldığı yarayla dermansız kalır." demiştin. Sonra uzaklara uçmuş, birkaç gün dönmemiştin. Çok zaman geçince geceleri penceresinin ışığına baktığını, görmek umuduyla ayın doğuşunu kovaladığını anlatmıştın, ağlatmıştın..

 Güçlüydü, aklı vardı, zayıflar gibi kalbi önünde boyun eğmeyen, eğilip bükülmeyen bir aklı vardı. Hazinesiydi aklı, kaybetmemek için her şeyi yapacağı yeganesiydi. Sırf ona sahip çıkabilmek için kalbinden vazgeçmişti. Bir gün gelmişti, belki de hayatının en önemli tercihini yapması gerekmişti o gün. İki kalbi aklına kurban etmişti, hemen ardından da aklından bu yaptığını silmişti. Vicdanını sorma sakın, kalbi olmayanın vicdanı da olmaz..

 Son ve düşmeye yakın o pamuk ipliğine bağlı sapsarı yaprağı hatırladın değil mi? Tutunmaya çalışması sağ kalmaktan ziyade ağacını yalnız bırakmak korkusundandı hani. İnsan bazen böyledir, gönlündekine sadakati sağ ve salim oluşunun önüne geçer. Kendinden geçer ama gönlünden, oraya yerleşip kök salmış olandan geçemez. Hayat insana ikinci şansı vermez derler, bu insanın kalbi için de geçerlidir. Gönlüne kök salan, orada gövdesi büyüyen sevginin ikincisi olmaz, doğru ya da yanlış, o sevginin evi orasıdır ve sonsuza dek orada kalacaktır.

 Dolma kalemleri seviyordu, mürekkeplerin parmak uçlarından kalbinde, aklında tutsak olanları sızdırması hoşuna gidiyordu. Mutlu olduğu zamanları yeşil mürekkebinden tanınıyordu. Ne zaman kahverengi mürekkeple yazsa kırıldığını, toprağa özlem duyduğunu, ölmeyi umduğunu fısıldıyordu ağaçlara. Yazmaya başlamadan önce muhakkak kağıdı okşar, onunla selamlaşırdı. Çocukken kağıtların ağaçlardan yapıldığını öğrendiğinde ağlamıştı. O günden sonra kağıda hep dostu gözüyle baktı. Çünkü bazı dostlar sessiz kalırdı, iyi dinler, nadiren anlatırdı. Boş bir sayfaya bakarken orada hep dünyadan öte bir dünya olduğuna inanırdı. Kendi dünyasını bembeyaz tutup doldurmaya çalışırdı..

 O rüzgarın değdiği yer hala kanıyor mu sevgili deniz? Dalganı kıran, seni yaralayan o deli rüzgarın hatırası hala? Sana bir gün batımını soramıyorum artık, gözlerini yumduğun o günü unutamıyorum. Sabahsız gecelerde bir fenerin ışığını nasıl umduğunu, umudunun nasıl günden güne solduğunu, kaldığın o karanlıkta nasıl kendi suyunda boğulduğunu unutamam. Kumsalını kaybettiğin günün gecesinde yok olduğunu kimseler bilmezken senin hırçınlığına yorup herkesin olanlardan seni mesul tuttuğunu. Dünyanın tüm kıyılarından kaçıp, tüm kumsallara küsüp, tek kum tanesi kalmayana dek sularında çırpındığını bilmeyecekler..

 Dünya adında bir rüyanın uyanış evresine geçiyordu. Gerindi, esnedi, sevmemişti hiçbir şeyi. Sevmek de öğrenilmeye ihtiyaç duyuyordu. Sevebilmek de yetenek ve çaba gerektiriyordu. Zordu, güzelliği buradan geliyordu..

Yorumlar

Popüler Yayınlar