Sayıklarken DİZELERİ
“Şiir çok tuhaf bir şey. Başkasının hissettiklerini ve bir başkasının hissettirdiklerini nasıl sahipleniyor da insan uykuya dalarken sayıklayabiliyor dizeleri. Gözlerini açınca içinden geçerken bulabiliyor kendini.”
Yazdığım en içten geleni anlatmaya yetersiz cümlelerden bu yukarıdakiler ama bir o kadar da ihtiyaç duyduğum. Yakın zamanda okuduğum bir şiirin bana yaşattıkları yüzünden az biraz allak bullak olmamın etkisinde ancak bu kadarcık anlatabilmişim derdimi. Derdimi demek ne derece doğru diye düşünüyorum ama sonra dert dediğimizden neden ille de kötü bir şey anlamamız gerek diye geliyor aklıma. “Bir derdim var bin dermana değişmem” dedirtecek kadar güzel dertler yok mu bu hayatta? Senin nasıl baktığına bağlı değişmiyor mu derdin ne anlama geldiği?
Bana kalırsa benim dert demem gerek. Üstelik bu dert dermanını da yanında getirip başka dertlerime de derman olan bir dert. Daima yara aldıktan hemen sonra saramıyoruz onları, yahut biz sarıyoruz da onlar inatlarından vazgeçip sarılmaya yanıt olarak kapanmayabiliyorlar. Saygı duyuyorum. Herkes varlığını sürdürmek konusunda ısrarcı olma hakkına sahip fikrimce, yara dahi olsa.
Şiirlerde ne yaralar gizli hangimiz biliyoruz? Biz okuduğumuzda bütün şiirler bizim yaramıza bastığı tuz kadar anlamlanıyor. Biz kendi yaramız, yara izimiz, derdimiz kadar hissedebiliyoruz, onlara dayanarak yorumlayabiliyoruz dizeleri. Bazen öyle bir yerden değiyor ki içimize, aynada yüzümüzü yıkarken içimizden dizeleri sayıklar halde buluyoruz kendimizi. Çünkü yüreğimizin bilinmeyen bir dilde anlattığı ve anlaşılmayan o derdin tercümanı oluyor o dizeler. Bilmediğin birinin senin bile anlatamadıklarını senden uzak bir yerde, başka bir zamandan, başka biri vesilesiyle anlatabilmiş olması; olağanüstü bir hadise...
Hayatta her zaman olmayacak bir şiir meselesi de “ben bunu bir yerden biliyorum” deme hali. Bir anda tokat gibi yüzüne bunu ben yaşamıştım, başkası nasıl bilebilir, bunu ben hissetmiştim, başkası nasıl aynısını hissetmiş olabilir’lerin çarpması. Neden olmasın? Başka zamanlarda, başka yerlerde, bilmediğimizi sandığımız insanların ruhlarının ruhlarımızla yan yana yürümediğinden nasıl böyle emin olabiliyoruz? Olabilir miyiz?
Aynı şiiri okuyorum günlerdir, sürekli onu, döne döne. İlk okuduğum gün yaklaşık 30 defa okudum, bir kısmı biraz nemli oldu. İlk okumam dehşetli bir taşikardi* ve tremor** eşliğindeydi, yaklaşık on dakika boyunca bu şekilde neye uğradığımı anlamaya çalıştım. Neye uğramıştım? O dizeler içimde nerelere uğramıştı? Kim bilebilir... Şimdilik okuma sayım yaklaşık 50 ama her defasında benzer şekilde tuhaf hissediyorum. İlginç yanı, aklıma dizeler geldikçe de böyle oluyor. Bu nasıl bir başkasının hissini sahiplenme, nasıl bir hissettirene gıpta, nasıl bir imrenme ve içinde duyma hali? Anlamam ve açıklamam lazım kendime. İnsan bir şiirle bu halde nasıl yaşar bu hayatı? Zor...
Vakit gece, benim için sayıklarken dizeleri kendi kendine dalıp gitme vakti.
Selametle...
*kalp hızının artması
**ellerin titremesi
Yazdığım en içten geleni anlatmaya yetersiz cümlelerden bu yukarıdakiler ama bir o kadar da ihtiyaç duyduğum. Yakın zamanda okuduğum bir şiirin bana yaşattıkları yüzünden az biraz allak bullak olmamın etkisinde ancak bu kadarcık anlatabilmişim derdimi. Derdimi demek ne derece doğru diye düşünüyorum ama sonra dert dediğimizden neden ille de kötü bir şey anlamamız gerek diye geliyor aklıma. “Bir derdim var bin dermana değişmem” dedirtecek kadar güzel dertler yok mu bu hayatta? Senin nasıl baktığına bağlı değişmiyor mu derdin ne anlama geldiği?
Bana kalırsa benim dert demem gerek. Üstelik bu dert dermanını da yanında getirip başka dertlerime de derman olan bir dert. Daima yara aldıktan hemen sonra saramıyoruz onları, yahut biz sarıyoruz da onlar inatlarından vazgeçip sarılmaya yanıt olarak kapanmayabiliyorlar. Saygı duyuyorum. Herkes varlığını sürdürmek konusunda ısrarcı olma hakkına sahip fikrimce, yara dahi olsa.
Şiirlerde ne yaralar gizli hangimiz biliyoruz? Biz okuduğumuzda bütün şiirler bizim yaramıza bastığı tuz kadar anlamlanıyor. Biz kendi yaramız, yara izimiz, derdimiz kadar hissedebiliyoruz, onlara dayanarak yorumlayabiliyoruz dizeleri. Bazen öyle bir yerden değiyor ki içimize, aynada yüzümüzü yıkarken içimizden dizeleri sayıklar halde buluyoruz kendimizi. Çünkü yüreğimizin bilinmeyen bir dilde anlattığı ve anlaşılmayan o derdin tercümanı oluyor o dizeler. Bilmediğin birinin senin bile anlatamadıklarını senden uzak bir yerde, başka bir zamandan, başka biri vesilesiyle anlatabilmiş olması; olağanüstü bir hadise...
Hayatta her zaman olmayacak bir şiir meselesi de “ben bunu bir yerden biliyorum” deme hali. Bir anda tokat gibi yüzüne bunu ben yaşamıştım, başkası nasıl bilebilir, bunu ben hissetmiştim, başkası nasıl aynısını hissetmiş olabilir’lerin çarpması. Neden olmasın? Başka zamanlarda, başka yerlerde, bilmediğimizi sandığımız insanların ruhlarının ruhlarımızla yan yana yürümediğinden nasıl böyle emin olabiliyoruz? Olabilir miyiz?
Aynı şiiri okuyorum günlerdir, sürekli onu, döne döne. İlk okuduğum gün yaklaşık 30 defa okudum, bir kısmı biraz nemli oldu. İlk okumam dehşetli bir taşikardi* ve tremor** eşliğindeydi, yaklaşık on dakika boyunca bu şekilde neye uğradığımı anlamaya çalıştım. Neye uğramıştım? O dizeler içimde nerelere uğramıştı? Kim bilebilir... Şimdilik okuma sayım yaklaşık 50 ama her defasında benzer şekilde tuhaf hissediyorum. İlginç yanı, aklıma dizeler geldikçe de böyle oluyor. Bu nasıl bir başkasının hissini sahiplenme, nasıl bir hissettirene gıpta, nasıl bir imrenme ve içinde duyma hali? Anlamam ve açıklamam lazım kendime. İnsan bir şiirle bu halde nasıl yaşar bu hayatı? Zor...
Vakit gece, benim için sayıklarken dizeleri kendi kendine dalıp gitme vakti.
Selametle...
*kalp hızının artması
**ellerin titremesi
Yorumlar
Yorum Gönder